Oğlumuzun İstanbul’u alacağına
inanmışsak, onu İstanbul’u alacak şekilde yetiştiririz, hatta çok büyük riske
girerek tahtımızı on iki yaşındaki oğlumuza bırakarak Manisa’ya çekilebiliriz.
Bu, bir baba ile oğul arasındaki güvenin ve çocuğa “özgüven” vermenin yansımasıdır. Burada II.Murat, oğlu Mehmet’e şu mesajı veriyor:
-
Ben sana
o kadar güvendim ki sen daha on iki yaşındayken sana tahtı bıraktım. Bugün
olmazsa yarın, ama mutlaka, İstanbul’u almalısın.”
Bu şuurla yetişen delikanlı; 70 yaşındaki veziri Çandarlı Halil Paşa’nın “Oğul, yaşın küçük, İstanbul defalarca kuşatıldığı halde alınamadı.
Ümmet-i Muhammed’in ordusunu, evladını boşuna ateşe atma, fethin daha zamanı
var, bekle” gibi sözlerine karşılık kendinden emin bir şekilde şu karşılığı
verir: ”Lala, ya ben İstanbul’u alırım
ya da İstanbul beni!!!”
Peki, Sultan Mehmet, bu duygu ve düşünceye nasıl ulaşmıştı?
Diğer padişahlar niçin bu şekilde düşünüp de İstanbul’u alamadılar? İşte bunun
sırrı: II. Murat, Akşemseddin Hazretleri’ne “Hocam, İstanbul’un fethi bize nasip olur mu?” diye sorduğunda,
Akşemseddin biraz düşündükten sonra II. Murat’a şu karşılığı verir: “Hünkarım, fetih sizden ziyade şu beşikte
yatan bebeğe nasip olacağa benziyor.” II. Murat:”Nereden tahmin ettiniz?” deyince, hoca şu karşılığı verir: “Şu odanın atmosferini bir inceleyin. En üstte
Kur’an-ı Kerim, onun altında tefsirler ve hadis kitapları ve diğer fen
ilimlerine ait kitaplar. Diğer bir yanda seccade ve tesbihler. Sarayın
çevresinde alimler. Bu havayı teneffüs edecek çocuk, elbette İstanbul’u alacak
şekilde yetiştirilecektir. Peygamberimizin (s.a.v) müjdesi, ancak bu havayı
teneffüs ederek yetişen bir şehzadeye nasip olacaktır.”
Edison okulda
başarısızdır. Öğretmenleri “Bu okuyamaz”
diyerek geri gönderirler; ama annesi devamlı
oğluna “Oğlum ben sana güveniyorum, sen
her şeyi öğreneceksin” diyerek evinde bütün bildiklerini öğretmeye başlar. Hiçbir şekilde taviz vermeden, oğlunu
kendisi, özel öğretmen gibi, hatta bir öğretmenin gösterebileceği sevgi ve
şefkatin daha fazlası olan anne sevgisiyle,
şefkatiyle okutur ve o oğlu büyük bir mucit olur. Binin üzerinde patent alır, dünyayı aydınlatan lambayı bulur.
Babası öğretmen olan Rıza Tevfik Bölükbaşı, babasından şu şekilde bahsediyor:
”Benim ilk terbiyemi
üstlenmişti. Bir şey öğretmeye o kadar meraklıydı ki, müsait olduğu zamanlarda bana bir şeyler
öğretmeye çalışırdı. Hatta bazen yolda durur, bastonunun ya da şemsiyesinin
ucuyla toprak üzerinde geometrik çizgiler çizer ve geometride de bildiklerini
öğretmeye çalışırdı.”
Davut Can, “Başarı Evde Başlar-Başarıda Anne Babanın Rolü”,
Tutku Yayınevi…
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizleri hedefimize ulaştırmak için faydalı olacaktır. Şimdiden çok Teşekkür Ederiz...
Siz de çalışmalarınızı, tecrübelerinizi bizimle paylaşın, sitemizde yayınlayalım.
İrtibat: yunuscibiz@gmail.com recepevren34@gmail.com fenci_77@hotmail.com